A. Anıl Ezergül – SEYAHAT-NANE!
Uzun süren ve sürekli şehir değiştirdiğiniz iş seyahatlerinde özellikle seyahatin sonlarına doğru, sabah uyandığınızda “neredeyim lan ben, bugün hangi gün” hissi vardır ya, onları yaşadığım günlerden biri. Otelde kahvaltı salonunun bir üst katında oda vermişler, kemençe sesi ile uyandığımdan ötürü Trabzon’da olduğumu hatırladım.
Bu kemençe de çok garip bir enstrüman gerçekten. 35-40 cm’lik bir çalgıyı çalmaya başladığın an, hemen en az 35-40 kişi yan yana dizilip titremeye başlıyor. Tuhaf bir alet.
Neyse konuyu dağıtmadan bir gece önce yaşadığım trajikomik olayı sizlere anlatmaya devam edeyim. Akşam saatlerinde Trabzon’a ulaşmışım, otele geldim, üstbaş değiştirip kravatı falan çıkartıp güzel bir balık yemek istedim. Google’dan “Trabzon’da balık yenebilecek yerler” araması sonrası karşıma ilk çıkan en yakın mekana doğru yola çıktım. Mekan güzel, deniz manzaralı, ferah bir mekan. Yalnız bir sıkıntı var; duvarlar, garsonların kıyafeti, masalar her şey bordo mavi. Dedim sorun yok, yemek yiyip kalkacagim zaten mekanı satın alacak değilim ya!
Yaz mevsimi olduğundan, üzerimde bir tshirt ve kot pantolon var. Öyle oturmuş sipariş vermeyi bekliyorum. Derken garson kadıncağız arkadaş sert bakışlarla geldi, menüyü ve servisi kafama fırlatıp gitti! Tatlım arkadaşlarla işten sonra iki bira içip öyle geldim altı üstü, neden bu trip diye bir cümle kuracaktim ki bu cümleyi en son evliyken kurduğumu fark edip sessiz kalmayı tercih ettim. Olabilir, kadıncağız günde kaç kişiye hizmet veriyor, yorgundur diye düşünerek menüye yöneldim. Menüden bir şeyler seçip garsona “bakar mısınız” anlamında elimi kaldırdım, kaldırmaz olaydım. Bakmazmış. Büyük bir hışımla yanıma bir adam yaklaşıp bana yumuşatılmış haliyle şu cümleyi kurdu “o kolunu öyle havaya çok kaldırma, burası Trabzon, herhangi bir sorumluluk kabul etmeyiz” Tam neden ki vs diye soracaktım ki, kolumun neredeyse yarısını kaplayan 1907 ve meşe palamudu dövmem aklıma geldi! Sinirlenip çıktım tabi mekandan, yol kenarındaki kokoreççiye yönelirken buldum kendimi.. Kokoreççi’ye ayak üstü olayları anlattım. Amca Fenerbahçeliymiş.. Anlattiklarıma verdiği cevapları burada yazmak istemiyorum ama şu kadarını söyleyeyim, benim Trabzon’a her gittiğimde tek uğrak yerimdir bu kokoreççi o günden beri. Gerisini siz düşünün.
Bir keresinde de Gaziantep’teyim. O gün de Fenerbahçe’nin Başakşehir deplasmanı var. Bir mekana oturup bir şeyler yerken maçı izlemek gibi bir niyetim var. Neyse, uzun süren uğraşlar sonucu maç izleyip bir şeyler yiyebileceğim bir mekan buldum. Mekana girdim herkes kendi halinde, televizyon açık ama ses yok müzik yayını var. Dedim maç başlayınca müziği keserler herhalde.
Maç başladı, yok abi pop müzik çalıyor. Adını bilmediğim bir şarkıcının şarkıları eşliğinde herkes kendi halinde takılıyor. Görevlilerden birinin yanına gidip “maç yayını ile ilgili reklam yapıp maçı bu şekilde mi insanlara sunuyorsunuz?” diye sordum. Cevap olarak “patron gelmedi abi, gelsin öyle müziği kapatacağız” dedi. Patron sanırım o şarkılarını çaldıkları popçu arkadaş diye düşündüm bir an için. Başka mekan bilmediğimden ve maç başlamış olduğundan kulağıma yapılan pop müzik tacizi eşliğinde patronun gelmesini bekleyerek Başakşehir Fenerbahçe maçını izlemeye devam ettim. Ne oldu bilin bakalım, gol yedik! Benim sinirlerim gerilmeye başladı, bir gözüm televizyonda, bir gözüm giriş kapısında hayatımda daha önce hiç görmediğim mekanın patronunu gözlüyorum.
İlk yarıyı 1-0 yenik durumda bitirdik ve ikinci yarı oynanırken big boss teşrif ettiler. Kutup ayısından kaçmayı başarıp çölde su bulmuş bedevi gibi adama doğru koşarken buldum kendimi. Sesi açtılar, pop müzik bitti, gerçekten maçı izlemeye başladığımı hissettim ve aradan beş dakika geçmedi ki beraberlik golünü attık. “Gol be!” diye kısa ama güçlü bir haykırış çıktı içimden bir yerlerden. Pop müzik çalan adamla “çak” yaptık.
Derken maçın sonları yaklaştıkça ve maç berabere gittikçe oturduğum yerden kalkıp tezgahın oraya, mutfağa, kapının yanına, kısacası mekanda ekranın görülebildiği her yere yürürken buldum kendimi. Bir personel gibiydim adeta, her an pop müzik çalabilirdim.
90+3’te gelen Pedro’nun golüyle patron, pop çalan personel ve ben bir yumak olmuş mekanda Fenerbahçe tezahüratları söylerken bulduk kendimizi. Maçın sonunda mekandan ayrılırken pop çalan personelin takım tutmadığını, patronun da Gaziantepsporlu olduğunu öğrendim. Ama o günden beri Gaziantep’e her geldiğimde bu mekana mutlaka uğrar hal hatır sorarım. Big Boss, “geldi yine bizim manyak” diye ağırlar beni pop müzik eşliğinde.
Sonsuza kadar, her zaman, her yerde..
Fenerbahçe sen çok yaşa!
A. Anıl Ezergül – 20 Ekim 2023